Gelenek veya görenek; “Kuşaklar boyu sürdürülen ve bir kuşaktan diğerine aktarılan beşerî uygulama, inanç, kurum, alışılmış usül ve ritüelleri, kültür ve sanata ait tarz ve icra biçimlerini” içine alan uygulamalardır. Bir diğer ifadeyle toplumların kuşaktan kuşağa aktardıkları yazılı olmayan kurallar ve davranışlar ‘gelenek’ olarak tanımlanır. Anatole France “Bilge kişiye yön veren gelenekler ve alışkanlıklardır” diyerek geleneklerin bir ışık olduğunu da ortaya koyar.
Tarihimize şöyle bir baktığımızda sayısız çok güzel uygulamalar içeren geleneklerimiz var. Bir kısmı unutulup gitse de bir kısmı hala günümüzde yaşatılmaya devam ediyor. Bugünkü yazımda unutulmuş bir geleneğimizden bahsedeceğim. Belki hala hatırlayanlar ve uygulayanlar vardır mutlaka. Ama çoğunluk tarafından bu geleneğin unutulduğu kanaatimdeyim. Bahse konu gelenek Osmanlı döneminde uygulana gelen “Tuz Hakkı.” İlk duyduğunuzda bu da ne ola ki dediğinizi duyar gibiyim.
Tuz hakkı, Osmanlı döneminden günümüze kadar gelen, Ramazan ayı boyunca oruç tutan kadınlara yönelik yapılan bir hediyeleşme geleneğidir. Hepimizin de bildiği gibi ramazan ayı bereket ayı. Manevi atmosferin yoğun yaşandığı ramazan ayında iftar ve sahur bereketin sembolleri sayılır. Özellikle iftar vakti aileler için dört gözle ezanın okunmasının beklendiği ve ezanın okunmasıyla orucun açıldığı andır. Bütün aile fertleri iftar sofrası başında toplanır hep birlikte dua ederek o günün orucunu tutmayı nasip eden Allah’a şükrederler. Günün bereketinin toplandığı iftar sofrasının bir kahramanı vardır. Bu kahraman evdeki hizmetleri yapan ve her zaman olduğu gibi ramazanda da iftar sofrasını hazırlayan evin hanımıdır. Çocukların annesi, evin direği, efendisi beyin eşi, yâri, yareni, hanımı. İşte bu tuz hakkı geleneğindeki kahraman, ramazan ayı boyunca birbirinden lezzetli, güzel yemekler pişiren evin hanımı.
Ramazan geleneklerinden biri olan "tuz hakkı" aslında bir hediyeleşme adetidir. Ramazan ayı boyunca oruçlu oldukları için tadına bakamadan göz kararıyla hazırladıkları yemeklerin tadının ve tuzunun yerinde olmasını sağlayan bununla birlikte bayram hazırlıkları için temizlik yapan evin hanımlarına, evin erkeğinin bayram sabahı takdim ettikleri bir çeşit hediyedir. Bir nevi gönül alma olayıdır. Son derece güzel bir adet olan tuz hakkı bugün neredeyse tamamen unutulmuş durumda. Elbette hatırlayıp bu geleneği sürdürenler vardır. Eşlerin birbirine olan muhabbetini ziyadeleştiren güzel bir gelenek tuz hakkı.
Günümüzde unutulmaya yüz tutan tuz hakkı geleneği Osmanlı döneminde şöyle uygulanırmış. Erkekler bayram günü bayram namazından döndüklerinde, eşlerine hazırladıkları kahvenin içine altın bir yüzük veya başka bir değerli hediye bırakırmış. Kadının ramazan boyunca gösterdiği emek ve sabrın takdir edilmesi amacını taşıyan anlamlı bir jest olarak görülen tuz hakkı geleneği bugün özellikle Fas gibi bazı İslam ülkelerinde hala yaygın olarak uygulanmaya devam etmektedir. Fas’ta, erkekler bayram sabahı namazdan dönerken eşlerine minnettarlıklarını göstermek amacıyla çeşitli hediyeler vererek bu geleneği sürdürmeye çalışıyorlar.
Ramazan ayına ait güzel bir uygulama olan tuz hakkı geleneğinin aslında günümüzde de tekrar yaşatılması çok yerinde olacaktır. Zira bu gelenek basit bir hediyeleşmenin ötesinde sabır ve emeğin onurlandırıldığı, emeğe değer verildiğini gösteren bir işarettir. Hediyenin çok pahalı ve değerli olmasının çok bir önemi yok. Önemli olan değer verildiğini hissettirmektir.
Hayatın her anına birbirinden güzel gelenekler ve görenekler sığdıran ecdadımız aslında bu yönüyle hayatı anlamlandırmaya çalışmış. Bir toplumun varlığını ve devamını sağlayan gelenekler bir kültürün parçası olarak gelecek kuşaklara aktarıldığı sürece anlam ifade eder, değer kazanır. Geleneklerine bağlı toplumlar çok daha sağlam ve iyi bir gelecek inşa edebilirler.
Yazımı geleneğe dair söylenen şu sözler ile tamamlıyorum.
“Âdet, insana her şeyi kolaylaştırır, fakat o terk edildiği zaman zorluklar başlar.” Lord Brougham.
“Âdet ve an’aneler bizi beşiğimizde karşılar ve ancak mezarımızda terk ederler.” Robert G. Ingersol
Bir millet, kendisine uygun müesseseleri ancak şuuraltı hayatının asırlarca süren devamında, gelenek ve görenekleriyle bulur.” Peyami Safa.
Yorum Yazın :Misafir